14 Ekim 2019 Pazartesi

Ahmet Mithat Efendi - Teehhül Özet

Ahmet Mithat  Efendi'nin Letaif-i Rivayat adlı eserinde yer alan hikayelerden biridir.

Teehhül hikâyesinde ev­lilikle ilgili, iki gencin intiharıyla sonuçlanan bir vaka anlatılır. Aile­sinin isteklerine karşı çıkamadığı için sevmediği bir kızla evlenmek zorunda kalan Mazlum Bey adın­daki genç, sevgilisinin kendisine gönderdiği ve intihar edeceğini bildiren bir mektup üzerine onun­la aynı kaderi paylaşmak için bi­leklerini keserek hayatına son ve­rir. Böylece hem Mazlum Bey’in ve sevgilisinin aileleri yanlış tutumla­rı dolayısıyla çocuklarının ölümü­ne sebep olurlar, hem de Mazlum Bey’in istemeden evlendiği Sabi­re Hanım genç yaşında dul kalır.

Hikâye,  Ahmet Mithat Efendi’nin, toplumun genel kabullerine aykırı olarak gençlerin birbirini namus ve iffet dairesi içinde kalmak koşuluy­la tanıyarak evlenmelerinin gerekliliğine inandığı­nı ortaya koyar.


Osmanlı toplumunda o gün yorumlanan bi­çimiyle dinin ve geleneğin, birbirinin mahremi olmayan kadın ile erkeğin bir arada bulunmasını yasaklamış olması, Tanzimat dönemi roman ve hikâyesinde önemli bir problem ortaya çıkarmış, dönemin yazarları, romanlarında Müslüman kadı­na yer vermekte güçlüklerle karşılaşmışlardır.


KAYNAK:Letaif-i Rivayat - Prof. Dr. Fazıl Gökçek

13 Ekim 2019 Pazar

Şemsettin Sami - Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat Roman Özeti

Şemseddin Sami'nin roman alanındaki tek eseri olan eser, Türk edebiyatının ilk romanı olarak kabul edilir. Dili, hayata bakış açısı ve vakanın tanzim edilişi bakımından Avrupai anlamda romanla ortak noktaları bulunan eser, tesadüflerin çokluğu ve sık kullanılan motiflerle halk hikayesini de hatırlatmaktadır. 1872 yılı sonralarında, cüz cüz yayınlanmaya başlamış ve üç cüzde tamamlanmıştır. Romanın dili o zamanki kullanılan dile göre sade olup, yazar eserin genelinde süslü anlatımdan kaçınmıştır. Ayrıca eserde yer yer konuşma diline de yer verilmiştir. ( Arap dadının ifadelerinin kendi şivesiyle yazıya aktarılması gibi.) Romanda, görmeden evlenme geleneği gibi önemli bir toplumsal sorun ele alınmıştır.Şemseddin Sami, eserde bu sorundan bahsedip toplumsal bir ders vermek istemiştir.

Romanın Konusu

Taaşşuk - ı Talat ve Fıtnat romanının konusu, Talat Bey ile Fıtnat Hanım’ın sonu hüsranla biten aşklarının acıklı hikâyesidir.

Romanın Yardımcı Düşünceleri

1. Kız çocuklarının okutulmaması.
2. Osmanlının son dönemlerinde devlet dairelerinde çalışan memurların kafalarına göre izne  çıkmaları.
3. Dönemdeki iç güveysi korkusunun annelerde hakim halinde olması.
4. Küçük yaştaki kızların kaçırılarak köle olarak satılması.
5. İnsanların hasta olduklarında devayı başka yerde aramaya çalışmaları.
6. Kızların çok küçük yaşta evlendirilmesi.

Romanın Bakış Açısı


Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat romanı, yazar-anlatıcı bakış açısı ile yazılmıştır.

Romanın Özeti

Talat, bir kalemde çalışmaktadır, işe gider gelirken tütün almak için uğradığı Hacı Baba'nın dükkanında onun üvey kızı Fıtnat'ı görür ve ona aşık olur. Fıtnat da kafes aralıklarından gördüğü Talat'a aşık olmuştur. Titiz ve huysuz bir adam olan Hacı Babanın, evlatlığının dışarıya çıkıp kimseyle görüşmesine izin vermediğini öğrenen Talat, tek çareyi Fıtnat'a nakış gösteren Şerife Kadınla tanışmakta bulur. Bunun için de kız kılığına girerek ve Ragıbe adını alarak Şerife Kadının evine nakış öğrenmeye gider. Şerife Kadın, Fıtnat'la Ragıbe'yi tanıştırır. Talat, Fıtnat'ın da kendisine aşık olduğunu anlayınca, ona kendisini Talat'ın kız kardeşi olarak tanıtır. Talat her gün kıyafet değiştirerek Fıtnat'ın evine gitmektedir. Şerife Kadın, Üsküdar'da Toptaşı'nda bir konak sahibi zengin ve dul bir adam olan Ali Bey'le Fıtnat'ı evlendirmeyi düşünür. Fıtnat ise bu haberi duyunca çılgına döner. Ragıbe'ye bu haberi verdiği gün gerçek ortaya çıkar: Ragibe, Talat'ın kendisidir. İki genç şayet evlenemeyecek olurlarsa intihar etmeye karar verirler. Fıtnat'a evdekiler bir hile yapar ve onu Ali Beyle nikahlarlar. Yazlığa gidiyoruz diyerek düğün evine götürürler. Gerçeğin farkına varan Fıtnat, kendini Ali Bey'e teslim etmez. Aralarındaki tartışma esnasında Ali Bey, Fıtnat'ın boğazından kopan ve elinde kalan muskayı açıp okuduğunda onun öz kızı olduğunu öğrenir. Ali Bey telaşla Fıtnat'ın odasına geri döndüğünde vakit çok geçtir, genç kız bir çakıyla intihar etmiştir. Bu arada Talat da gelir. O da sevgilisini kanlar içinde görünce dayanamaz ve ölür. Şuur kaybı geçiren Ali Bey de sadece altı ay yaşar.

Romanın Şahıs Kadrosu

1) TAL’AT BEY: Annesi Saliha Hanım , babası ise Rifat Bey’dir. Babasını 6 - 7 yaşlarında iken kaybetmiştir. 18 -19 yaşlarında, henüz sakalları çıkmamış bir gençtir. Bir hükümet dairesinde görev yapmaktadır. Terbiyeli ve çok kibar bir kişiliği vardır. Daima güler yüzlü biri olan Tal’at Bey’in huyları arasında kibir, kıskançlık, çapkınlık ve hovardalık yoktur. Arkadaşları ve dostları tarafından da çok sevilen bir kişidir.

2) FİTNAT HANIM: Babası roman başlarında bilinmemekle birlikte sonradan ortaya çıktığına göre Ali Bey’dir. Annesi ise Hacı Baba'nın evlendiği ve daha sonra ölen dul kadın Zekiye Hanım’dır. Fiziki yapısı ince bir bedene sahip olan Fitnat, orta boylu, gözleri ve kaşları kapkara, beline kadar uzanan saçları olan bembeyaz tenli, burnu düzgün, küçük ağızlı, güzel bir kızdır. Ve 15 yaşındadır. Yumuşak huylu ve nezaketli birisi olan Fitnat Hanım öfke ve kızgınlık gibi kavramları bilmeyen bir kızdır. 7 yıl boyunca sokak kapısından dışarı çıkmamış ( ara sıra pencereye çıkan ) evde dikiş diken, nakış işleyen ve çok güzel ahlakı olan bir kızdır.

3) SALİHA HANIM: 50- 55 yaşlarında, Talat Bey’in annesidir. 13 sene önce dul kalmıştır. İleri görüşlü olan Saliha Hanım okuma yazma bilmektedir. Talat Bey’den başka bir yakını yoktur.

 4) HACI BABA: Gerçek adı Mustafa’dır. İstanbul - Beyazıt civarında tütün satmaktadır. Kısa boylu, şişman, 60 yaşını aşmış, beyaz sakallıdır. Sinirli, açıkgöz ve titiz bir insandır. Eşini kaybetmiştir.

5) EMİNE KADIN: Hacı Baba'nın analığıdır. Çerkez soyundan 70 yaşını aşmış bir ihtiyardır. Saçı bembeyaz, ağzında bir tek dişi olmayan, burnu ağzını kapamış ve zayıftır. Pek çok masal bilen, cinlerden, cadılardan bahseden, önüne gelen herkese masal anlatan bir ihtiyardır. Bu kadının görevi yemek yapmak ve Hacı Baba'nın odasını toplamaktır.

6) ŞERİFE KADIN: Fitnat Hanım’ın dikiş, nakış hocasıdır.

7) ALİ BEY: Fitnat Hanım’ın babasıdır. 40 - 45 yaşlarında Üsküdar - Toptaş’taki büyük konağın sahibidir. Öfkeli, inatçı ve titiz bir insandır. 15 - 16 yıl önce eski eşini ( Fitnat Hanım’ın annesi) kaybetmiştir.

8) RAGİBE HANIM: Talat Bey’in kılığa girmiş halidir. Fitnat'ı görebilmek için kılık değiştirerek kendisini Ragibe Hanım yani Talat'ın kız kardeşi olarak tanıtır.

9) AYŞE KADIN: Arap olan ve fazla yaşlı olmayan evin dadısıdır. Küçük yaşta iken kaçırılmış ve hizmetçi olarak satılmıştır. 20 yıldan beri Saliha Hanım’ın evindedir.

10) GÜLİZAR: RİFAT Bey’in gençliğinde cariyedir. Rifat Bey ile Saliha Hanım evlenmeden önce mektuplarını taşıyan 11 yaşında bir kızdır.

11) KAMİLE: Rifat Bey’in annesidir. Akıllı ve çok güzel bir bayandır.

12) RİFAT BEY’İN BABASI: Kumarbaz, sarhoş, hayırsız, savurgan bir insandır.

KAYNAK: TAAŞŞUK-I TALAT VE FITNAT ROMANININ İNCELENMESİ, Graduate Student, Eskisehir Osmangazi University,

Ahmet Mithat Efendi - Jön Türk Roman Özeti


Jön Türk Romanının Konusu:

Eserde alafranga tutkunu bir genç kız olan Ceylan'ın kıskançlık nedeniyle sevdiği delikanlı hakkında asılsız jurnal vermesi ve Nurullah adlı bu gencin Jön Türklükle suçlanarak Akka'ya sürgüne gönderilmesi anlatılır.

Daha genel bir ifadeyle; "II. Abdülhamit döneminde, bir kadının kıskançlığının kurbanı olarak, hakkında asılsız jurnal verilen ve Jön Türk olduğu gerekçesiyle sürgüne gönderilen bir gencin başından geçen olaylar" sergilenir.

İlk bakışta romanın adı, eserde Jön Türk hareketinin ele alındığı izlenimini veriyorsa da, aslında roman, bir aşk hikâyesinin kalıplarını aşamaz ve temelde iki sevgiliyi birbirinden ayırmaya çalışan kıskanç bir kadınla, ondan kurtulmaya ve sevgilisine kavuşmaya çalışan âşık arasındaki mücadeleyi anlatır.
  • Ancak romancı, aşk hikâyesinin arasına II. Abdülhamit dönemindeki çeşitli siyasî ve sosyal sorunları katmıştır. Böylece Jön Türk'te, aşk öğesinin yanında zayıf kalan bir siyasî boyuttan söz edilebilir. Bunun dışında esere, siyasî roman demek güçtür. Belki Ahmet Midhat, bir siyasî hareketin romanım yazmak istemiştir; ancak eser, bütünüyle bu hareketin romanı olabilecek niteliklere ulaşamamıştır. Çünkü romanın merkez-figürü olan Nurullah, sürgüne gönderilinceye değin, bırakın Jön Türkleri, diğer siyasî konulara bile ilgi göstermez. Gerçi o, içten içe Jön Türklere sempati duyarsa da bu konuda oldukça çekingendir. Delikanlı, ancak romanın son bölümünde, Akka'daki hapishane arkadaşı Rıfkı Bey aracılığıyla siyasî açıdan bilinçlenir ve İskenderiye'de Jön Türklerin arasına katılır. Üstelik o, İskenderiye'de Jön Türklerin arasına katıldıktan sonra bile romanda bu siyasî grubun faal bir üyesi olarak sivrilmez. Bu bakımdan romanı; "kıskanç bir kadının kurbanı olarak sürgüne gönderilen ve böylece yeni nikahlandığı eşinden ayrı düşen bir gencin öyküsü" olarak değerlendirmek daha uygundur. Buradan hareketle Jön Türk'ün, Hançerli Hanımın Hikâye-i Garibesi vb. halk hikâyelerinde ele alınan klasik konuyu -ki bu hikâyelerin klasik konusu bir kötülük sonucu birbirinden ayrı düşen sevgililerin kavuşma mücadelesidir- işlediğini söylemek mümkündür.

  •  Jön Türk'te vakayı, "Nurullah ile Ceylan arasındaki çatışma" oluşturur. Roman, dikkatle incelendiğinde, vakanın, âşık hikâyelerindeki olay örgüsü kalıbına uyduğu görülmektedir. Bu kalıba göre, Jön Türk'te olay örgüsü, şöyle bir yapıya sahiptir: 1. Beğenme ve evlenmeye karar verme (Nurullah ile Ahdiye'nin düğünleri) 2. Kötülüğün gerçekleşmesi, "ayrılık" (Ceylan'ın Nurullah'ı jurnallemesi ve delikanlının sürgüne gönderilmesi) 3. Sürgündeki "mücadele" (Akka'dan İskenderiye'ye kaçış vs.) 4. Sevgililerin birbirine kavuşması, suçluların cezalarım bulması (Nurullah ile Ahdiye'nin kavuşması, Ceylan ve hafiyelerin cezalarını bulması).  

  • Yazar-anlatıcı, II. bölümde geçmişe dönerek, Nurullah Beyin Akka'ya sürülmesine neden olan olayları, tek tek anlatmaya başlar.

  • Jön Türk, aşk unsuru yanında, sosyal konulara da değinen bir romandır ve Ahmet Midhat, eserinde bu konuları "eleştirel bir anlatım tutumu"yla sergiler: II. Abdülhamit dönemindeki siyasî baskılar, alafranga düşkünlüğü, feminizm ele adlığı başlıca konulardır. Öte yandan yazarın, II. Meşrutiyet sonrası ortaya çıkan bazı durumları dahi eleştirdiği dikkati çekmektedir. Örneğin o, şu cümlelerinde, Meşrûtiyet sonrasındaki sınırsız özgürlük havasını pek onaylamadığını ifade eder:
"Hürriyet bir dereceye kadar, bir bakıma göre, ondan istifâdeyi bilenlere kıyâsen pek nâfi, mukaddes bir nimet olmakla beraber diğer bir bakıma göre, diğer derecâta nazaran ve bâ-husûs ondan istifâdeyi bilmeyenlere kıyâsen ne kadar tehlikeli bir nakmet olduğunu da işte şu bir kaç aykk hayât-ı ahrarânemizde görmüşüz, anlamsızdır." (Sayfa 31) 

  • Jön Türk, "Bir Düğün", "Bu Başka Roman", "Iztırârî Bir Visâl", "Ihtiyârî Bir Firâk", "Hafiye", "Menfî, Menfâ", "Hatime" ve "Netice" gibi alt başlıklarla bölümlere ayrılmıştır.

  • "Menfî, Menfâ" başlıklı 6. bölümde, Nurullah Akka'ya sürgüne gönderilir. Akka'daki sürgün hayatının, Ahmet Midhat'm Rodos sürgününde yaşadığı olaylarla benzeştiği hemen dikkati çekmektedir. Bu da yazarın, romanda, anılarından yararlandığını göstermektedir.



Jön Türk Romanının Özeti:

Ahmet Mithat Efendi’nin son romanı Jön Türk’te (1908) üç farklı aile vardır:
Birinci aile yetim Ahdiye ve annesi Dilşinas Hanım’dan oluşur. Ahdiye ile Dilşinas Hanım, Dilşinas Hanım’ın merhum eşi Gazanfer Bey’den kalma konağın selamlık kısmında yaşar.
İkinci aile Nurullah’ın ailesidir. Annesi vefat eden Nurullah, babası Kâşif Efendi ve evde annesi konumunda olan ablası Zeliha Hanım ile beraber yaşarlar. 
Üçüncü aile ise Ceylan’ın ailesidir.Ceylan, alafranga düşkünü annesi Sezaidil Hanım ve babası Kazım Bey ile haremlik-selamlık olmayan bir evde yaşar. Evde gayrimüslim aşçı ve hizmetliler vardır. İçkiye ve eğlenceye meraklı olan baba Kazım Bey, rakkase olan eşini haremden seçer. Nurullah, Ahdiye’ye âşıktır. Söz kesilir ve düğün tarihi belirlenir. Düğün günü Ceylan’ın iftirası yüzünden Nurullah tutuklanır. Ceylan da Nurullah’a âşıktır ve Nurullah’ı sarhoş ettiği bir gece, ondan hamile kalmıştır. Oğlu Ziyaullah’ı annesi ile bir gayrimüslim köyünde gizlice doğurur. Ceylan, Nurullah ile Ahdiye’nin nikâhını duyunca babası Kâzım Bey’in yasak kitap ve dergilerini Nurullah’ın odasına gizlice koyar ve düğün günü polislere Nurullah’ı ihbar eder. Nurullah düğün günü Jön Türk olduğu iddia edilerek tutuklanır. Üç ay hapiste kaldıktan sonra Akka’ya sürgün edilir. Nurullah, Akka’da bir süre kaldıktan sonra firar eder ve İskenderiye’ye yerleşir. Orada avukatlığa başlayan Nurullah, önce kendi ailesini ardından da Ahdiye ve Dilşinas’ı buraya getirir. İstanbul’da ise babası Kazım Bey’in jurnalci olduğu ve kızı Ceylan’ın da gayrı meşru çocuk doğurduğu ortaya çıkınca, Ceylan ve ailesi herkes tarafından dışlanır. Ceylan,cinnet getirip kendini yakarak intihar eder.

Kaynak:AHMET MÎDHAT EFENDİNİN JÖN TÜRK ADLI ROMANI, Alaattin Karaca
AHMET MİTHAT EFENDİ’DE MÜNTEHİR ANNELER, Ensar Kesebir


Ahmet Mithat Efendi - Fürs-i Kadimde Bir Facia Yahut Siyavuş Özeti

Ahmet Midhat Efendi'nin 1883'de kaleme aldığı oyun, dört perdelik bir dramdır. 

 Fürs-i Kadimde Bir Facia Yahut Siyavuş Piyesinin Konusu:

Fürs-i Kadimde Bir Facia Yahut Siyavuş adlı piyeste üvey oğluna âşık olan bir kadının ona iftira edişi ve bu iftiranın ortaya çıkmasıyla delikanlının babası tarafından sefere gönderilmesi hikâye edilir.

  • Konusunu Şehname'den almıştır.
  • Bu konu bizim kültürümüzde "Yusuf ve Züleyha"da da görülür.
  • Olay örgüsü olarak Racine'in Phedre adlı eseri ile benzerlik gösterir.
  • Oyunda yasak aşk, ihanet, yalan, kıskançlık, iftira gibi durumlar üzerinde durularak doğruluk, bağlılık, saygı, sadakat gibi değerlerin önemi anlatılmaya çalışılmıştır. Farklı kültürlere de ait olsalar insana ait bu hâllerin evrensel olduğu vurgulanmıştır. 

Oyundaki Kişiler: 

  • Keykavus: İran şahı. 
  • Sûdâbe: Keykavus'un karısı. 
  • Siyavuş: Keykavus'un bir Turanlı prensesten doğmuş oğlu. 
  • Efrasiyab: Turan şahı ve Siyavuş'un büyük babasının kardeşi. 
  • Gerşiyuz: Efrasiyab'ın küçük kardeşi ve Siyavuş'un annesinin babası. 
  • Piran: Umerâ-yı Turan'dan Efrasiyab'ın mü'temeni. 
  • Firengis: Efrasiyab‟ın kızı. 
  • Cerire: Piran'ın kızı. 
  • İki İranlı Kâhin, 
  • İki İranlı Cariye, 
  • Diğer İki Turanlı Cariye, 
  • Dört Turanlı Teberdar, 
  • İki İranlı Teberdar.

Özet:

Fürs-i Kadimde Bir Facia Yahut Siyavuş'ta olaylar İran ve Turan'da geçmektedir. Olay örgüsü şöyledir:
Fürs-i Kadimde Bir Facia Yahut Siyavuş‟ta olaylar İran ve Turan‟da geçmektedir. Oyunun vakası şöyledir: “Siyavuş, Keykavus‟un yakışıklı, kahraman oğludur. Keykavus‟un genç ve güzel karısı üvey oğluna âşıktır. Fakat onun tarafından daima reddedilir. Bunun üzerine Siyavuş‟tan intikam almak için Sûdâbe, onu babasına şikâyet eder, iftira eder. Keykavus müneccimlerden, kâhinlerden işin doğrusunu sorar, onlar tam tersi olduğunu haber verirler. Ateşle doğru söyleyip söylemediklerini denerler. Siyavuş yanmaz; kadını kurtarmak için yanmış gibi bağırsa da kâhinleri kandıramaz. Sûdabe ise bu denemeye yanaşmaz, suçunu itiraf eder, zindana atılır. Siyavuş da Turan üzerine giden orduya Zaloğlu Rüstem ile birlikte serdar tayin edilir. Turan şahı Efrasiyab, kahramanlık ve efendiliğine hayran olduğu Siyavuş‟la kızını evlendirerek onu İran ve Turan ülkelerini tahtına varis yapmak ister. Zaten Siyavuş‟un annesi de Turan hanedanına mensuptur. Şâhın kardeşi tahtın Siyavuş‟a bırakılmasını kıskanır, kâhinleri kandırarak, bu evliliğin bir felâket olacağını söyletir ve entrikalara başlar. Amca Gerşiyuz, üvey anne ile anlaşır. Siyavuş‟un Turan ülkesini zaptetme hazırlıkları içinde bulunduğuna dair Siyavuş ile Keykavus‟un şahsi mühürlerini taşıyan sahte mektuplar gönderirler ve bunlara inanan Efrasiyab, Siyavuş‟u öldürtür. Fakat masum Siyavuş‟un cesedi karşısında Gerşiyuz çıldırır ve gerçeği itiraf eder.

Kaynak: AHMET MİDHAT EFENDİ’NİN “FÜRS-İ KADİMDE BİR FACİA YAHUT SİYAVUŞ” OYUNU İLE RACİNE’İN “PHEDRE” OYUNU ARASINDA BİR MUKAYESE DENEMESİ, Fatih Sakallı, Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/2 Spring 2012, p.1353-1361 , ANKARA/TURKEY

12 Ekim 2019 Cumartesi

Namık Kemal - Zavallı Çocuk Piyes Özeti


Zavallı Çocuk Piyesinin Konusu:

Görücü usulü evlilikten doğan felaket anlatır.

Namık Kemal'in yazdığı genç bir kızın, annesinin gözettiği maddi çıkarlar uğruna, sevdiği genç erkek yerine istemediği zengin biriyle evlendirilmesinden doğan felaketlerin anlatıldığı Zavallı Çocuk, Türk edebiyatında aşk yüzünden verem olup ölen sevgili konusunu getiren eserdir.

Recaizade Mahmut Ekrem'in Vuslat adlı eseri ile, Abdülhak Hamit Tarhan'ın İçli Kız adlı eseri de bundan esinlenilerek oluşturulmuş eserlerdir.

1873 yılında Namık Kemal tarafından yazılan piyes ilk defa 1874 yılında Gedikpaşa Tiyatrosunda oynanmıştır.

Piyeste Yer Alan Karakterler: 

  • Ata Bey: 19 yaşında, tıbbiyenin onuncu sınıf öğrencilerinden bir delikanlıdır.
  • Şefika Hanım: 14 yaşında bir kızdır.
  • Halil Bey: Şefika Hanım’ın babasıdır.
  • Tahire Hanım: Şefika Hanım’ın annesidir.
  • Şerife Hanım: Komşu
  • Tâbende: Cariye
  • Hekim 

Zavallı Çocuk Piyesinin Özeti:

Halil Bey kardeşinin oğlu Ata'yı yanına almıştır. Halil Bey'in kızı Ata'ya aşık olur. İlk perdede geçen karşılıklı konuşmalardan Ata'nın da Şefika'ya aşık olduğu anlaşılmaktadır.

İkinci perdede zengin bir paşa oğlu Şefika'yı görerek ona aşık olur. Tahire Hanım ise Şefika ile zengin paşa oğlunun evlenmesini ister. Şefika ile zengin paşa oğlu evlenir.

Üçüncü perdede Şefika vereme yakalanır. Onu bu halde göre Ata keskin bir zehir içerek acı içinde can verir.Bunun üzerine Şefika da tükenerek ölür.
Halil Bey eserin sonunda karısına sitem eder: "Hanım marifetini gördün mü?" diye sorar. Karısı Tahire Hanım onu azarlar: "Sus! Aman... Sen de adam azarlayacak zaman mı buldun? Benim ciğerparem şu hallerde yatıyor, senin lakırdıların bana kızımın ölüsünden fazla mı tesir edecek? Kızım... Benim, babasını borçtan kurtarmak için şehit olan kızım..." der.
Bunun üzerine Halil Bey Şefika için "Ah... Zavallı çocuk!" der. Piyes sona erer.

Kaynak: Zavallı Çocuk, Namık Kemal, Elips Yayınları, 1. Basım
Zavallı Çocuk-Oyun-Günümüz Türkçesi, Hazırlayan: Dr. Bahadır Sürelli, İstanbul 1290/1873

Ahmet Mithat Efendi-Emanetçi Sıtkı Hikaye Özeti


  • Letaif-i Rivayat’ta yer alan bir hikayedir.
  • 1893 yılında yayımlanan “Emanetçi Sıtkı” adlı hikâyede yazar kaza ve kaderin Allah’ın takdirinde olduğuna inanan kahramanı okuyucuya sunar.
  • Bir aşk öyküsüdür.
  • Hikaye ahlak güzelliğinin yüz güzelliğinden üstün olduğu tezi üzerine kuruludur.
  • Ahmet Mithat Efendi bu öyküyle aşkın gücünü, sabrın sonunda arzu edilene ulaşmadaki rolünü ve ahlak güzelliğinin üstünlüğünü gösterme yoluna gider.

Emanetçi Sıtkı Hikayesinin Özeti:

Dimyatizade’nin evlatlığı olarak büyüyen Emanetçi Sıtkı, evin kızı Ayşe Şeref’e âşık olur. Lakin Ayşe Şeref, Dimyatizade’nin diğer evlatlığı Rıza ile sırf yakışıklılığı nedeniyle evlenir. Hovarda biri olan Rıza, kısa sürede Dimyatizade’nin servetini bitirir. Rıza alkol zehirlenmesinden ölünce Ayşe Şeref annesi ile yalnız kalır. Bir süre sonra da Ayşe Şeref ve Emanetçi Sıtkı evlenir ve mutlu bir hayat sürdürürler.



Ahmet Mithat Efendi, hikâyenin başkişisi Emanetçi Sıtkı’yı tanıtırken onun tevekkülü elden bırakmayan yönüne değinir:

"En mühim işler esnasında, en büyük ziyanlar hengâmında, can yakar afetler münasebetiyle bile bu adamda telâş, yeis, fütur görülmeyip kaza ve kaderin dümeni Hak taalâ hazretlerinin yed-i kudretinde olduğuna o kadar kani ve mümin idi ki bir kimsenin kendisine fenalık yaptığı tahakkuk edecek bile olsa “Yahu kabahat senin değildir. sen bana hiçbir fenalık yapmadın. Onu sana Allah yaptırdı. Kabahat benim olduğu için beni terbiye ettirmek hikmetiyle Hak taalâ seni bu fiile sevk eyledi diye düşmanının bile gönlünü ele alır idi." 
Ahmet Mithat Efendi’nin burada fail olan tabiattan Allah’a yöneldiği, her işin Allah tarafından yapıldığı inancına evrilmesi görülebilmektedir. Yazarın bu açıklamasını “Ne güzel adam değil mi (Mithat, 2001: 737)?” sözü ile devam ettirmesi kahramanın bu düşüncesine katıldığını göstermektedir.

 “Emanetçi Sıtkı” adlı hikâyede evlilik konusunda istekli olmayan kahramanın bu olumsuz düşüncesinin aksine evlilikle ilgili hikmetler ortaya konulmuştur. Yazara göre evlilik insanlar için sadece bir safa değil aynı zamanda bir vazifedir:

"Bir evlilik nasıl bizim ortaya çıkışımızı sağladıysa, bizim evliliğimiz de başka vücutların ortaya çıkışını sağlayacaktır. Bu beşeriyetin gerektirdiği bir şeydir ."

Bu hikâyede dikkat çekici bir başka nokta da soyca yakınlığın evliliğe engel teşkil ettiği düşüncesinin bir hikâye kahramanı aracılığıyla ifade edilmesidir:

“Rıza ile aramızda karabet var. Vakıa şer’an mani-i izdivaç olabilecek karabetlerden değil ise de beynine bu yoldaki izdivaçları bab saymam.” 

Kaynak: *LETAİF-İ RİVAYAT’TA FELSEFÎ DÜŞÜNCELER, Semih ZEKA, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt:9, Sayı:43, Nisan 2016.
*Ahmet Mithat’ın Letaif-i Rivayat Adlı Eserinde Kadın, Doç Dr. Salim Çonoğlu

Ahmet Mithat Efendi - Bahtiyarlık Roman Özeti


  • Bahtiyarlık modern Türk edebiyatında ilk köy konulu eser olarak anılır. Bazı kaynaklarda roman bazılarında ise hikaye olarak nitelenir.
  • Köy hayatına özenerek ondaki zenginlikleri ön plana çıkarma amacı güden, köy hayatına olumlu bir bakış açısıyla yaklaşan bir aydın tipini ve maceralarını ilk kez Bahtiyarlık'ta görmekteyiz. Romanı verdiği mesajlar bakımından yazarın diğer eserlerinden ayıran en önemli özelliği budur.
  • Eserde köylülük itibarın ve mutluluğun kaynağı olarak gösterilmektedir.
  • Eser sırasıyla;  
    1. Mektep,
    2. Senai,
    3. Şinasi,
    4. Paris'te Bir Türk,
    5. Kadınlar Kadınların Terbiyesi,
    6. Köy Düğünü,
    7. Medeniyet ve Bedeviyet
    üst başlıklarına ayrılmış yedi bölümden oluşmaktadır.
  • Eserde anlatıcı genel olarak yazarın kendisidir.
  • Yazar anlatıcının hâkim bakış açısıyla anlatılan bölümlerde 3. tekil şahıs bakış açısı kullanılmıştır.
  • Eserin her bölümünde kahramanlarının doğrudan ve dolaylı anlatım teknikleri kullanılarak yapılan anlatımlar bulunmaktadır. Kahraman anlatıcı bakış açısına örnek;
"Köse Muhtar bunlara doğru yolu göstermek için dedi ki: 
-Nankör herifler! İstanbullu size güzel güzel akıllar öğrettiği için fena mı oldu?"(Sayfa 40)

"Senai'nin mektubunu Musa Ağa'ya verdiğinde, 'Ağa okuma bilmediği için 'sen oku oğlum!diyerek mektubu Şinasi'ye geri verdi. Kendisinin bayağı bir zengin adammış da seyahate çıkmış gibi tasvir edildiğini görünce Şinasi'nin canı sıkıldı. Hele Musa Ağa'yla konuşmaya başlayınca bu can sıkıntısı bir kat daha arttı. Yamalı Musa dedi ki: -Evladım! Buraya gezmeye gelinir,ama ilk baharda gelinir. Kış ortasında buraların ne güzelliği olur?
-Hayır, efendim! Ben buraya gezmeye değil köylü olmaya geldim. Bunun için de himayenizi yardımınızı rica ediyorum." (Sayfa 46)

"Madam Termiye yerinden kalkarak Senai'ye dedi ki: 
-Mösyö! Gerek fiziksel gerekse ruhsal özelliklerinizin bu ilk görüşmemizde sizden yana olmama neden olduğunu sizi açık yüreklilikle temin eylerim." (Sayfa 88)

  • Yazar anlatıcı, romanın akışı içerisinde okuyucusuna aralıklarla seslenerek anlatılan olayların bir kurmaca olduğunu hissettirir. Okuyucuyu çözümlemekte güçlük çekeceği olaylar karşısında bilgilendirme eğilimindedir. Örneğin;

"Birinci bölümümüzün başlığına Mektepte dedik. Şimdi haber verelim ki mektebe dayanarak anlatacağımız durum da Mekteb-i Sultani'nin üçüncü senesinde geçiyor." (Sayfa 13)

"Hikâyemizin birinci derecede kahramanı olan delikanlıların ikisini de evlendirdik, barklandırdık. Mevla dirlik versin diye burada sonlandırmak mümkün olur mu? Gerçi roman ve masalların çoğunda onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine. sözü hikâyenin sonu kabul edilirse birçok olayda asıl hikâyenin başlangıcıdır."(Sayfa 111)

"Şimdi bu satırları okuyan okurlarımız, mektepten yeni çıkmış ve on sekiz yaşında olduğu halde böyle başını alarak kırlara çıkıp kendi kendine emeğimle idare edeceğim iddiasına düşen bir çocuğun başarısını inandırıcı bulmayabilirler."
(Sayfa 52)

  • Ahmet Mithat Efendi'nin Bahtiyarlık'ta yanlı ve ironik bir anlatım kullanması dönemin halen etkisinde olduğu meddahlık geleneğinden gelir. Meddah hikâyelerinin anlatım tarzında dokundurmalar, alaylı konuşmalar çok sık kullanılır.
  • Bahtiyarlık klasik anlatım tarzıyla kaleme alınmış olmasına rağmen eserin bazı bölümlerinde modern anlatım tekniklerinden iç monologdan izler taşır. Eserin bazı bölümlerinde "kendi kendine düşündü", "kendi kendine dedi ki" ifadelerinden sonra iç monolog tekniğiyle doğrudan anlatımların yapıldığı bölümler bulunmaktadır. Örneğin;
 "Kendi kendisine demişti ki. Ciroyu ederim,ama arabacı başı parayı almazdan evvel ben Roma'ya varamaya gayret ederek paramı ona teslim ettirmediğim gibi arabacı başını da polise yakalatırım." (Sayfa 66)
  • Yazar anlatımlarında özetleme ve sahneleme anlatım tekniklerinden sıklıkla hâkim bakış açısıyla yararlanmıştır.
  • Sahneleme tekniğine örnek;
"Saat dokuza gelmiş olduğu için ameleler ikindi yemeğine oturduklarında Şinasi de yarım somun yakalayarak, bir baş soğanı da bir yumrukla ezerek onlarla beraber hem yemek yiyip hem de kendilerine yeni birşeyler söylemeye başladı." (Sayfa 43) 
  • Özetleme tekniğine örnek;
"Senai İzmir'de çok durmayıp ilk vapurla İstanbul'a geldi. Doğruca validesinin hanesine gitti. Aslında Avrupa'dan hukuk okumadan ve birinci sınıf avukat olmadan dönmüştüyse de İtalya'da, yelkenli gemide ve sonrasında İzmir'e giderken çektiği sefalet ve zorluk bu hoppa çocuk için epeyce bir ders yerine geçmişti."( Sayfa 71)

Vak'a Örgüsü-Olay Örgüsü:

İdealist, azimli ve yüzü hayatın gerçeklerine dönük Şinasi'nin yerli imkanları kullanarak sağladığı başarı ile alafranga düşkünlüğünün ve hilekâr yapısının cezası olarak İsviçre'ye gidip kayıplara karışan Senai'nin trajikomik dramı anlatılır.

Romandaki yedi bölüm(Mektep, Senai, Şinasi, Paris'te Bir Türk, Kadınların Terbiyesi, Köy Düğünü, Medeniyet ve Bedeviyet) vak'a zincirinin birer halkası konumundadır.

1. Bölüm: Mektep

Bu bölümde anlatımı planlanan olayların baş kahramanlarının yetiştikleri aile çevresine vurgu yapılarak geleceğe yönelik idealleri hakkında doğrudan ve dolaylı anlatımla bilgiler verilir. Senai köydeki arazileriyle Karun kadar zengin yamalı Musa nın (s.18) babasından aldığı telkinlerle şehir hayatının özentisi içerinde Mekteb-i Sultan iyi bitirdikten sonra avukat olup Avrupa ya gitme hayalindedir. Köken itibariyle ilmiye sınıfından yetişmiş ve mülkiyede görev yaparak kazanımlar sağlamış Semih Efendi'nin oğlu Şinasi ise hedefinde okulu bitirdikten sonra köye gidip tarım ve ticaret alanında kendini geliştirmektedir. Şinasi'nin bu hedefinde de babasının telkinleri etkili olmuştur.

Bu bölümden sonra iki zıt görüşlü Şinas' nin hayatla olan mücadelesini Senai'nin ise hedeflerine ulaşmak için çevirdiği entrikalar vardır.

2. Bölüm: Senai

Herhangi bir işte çalışmadan baba parasıyla Beyoğlu'nda bulunan Flamme, Elhamra, Kafe Kristal, Alkazar ve Konkordya gibi eğlence mekânlarında gün geçiren Senai'nin içine düştüğü perişan hâl anlatılır. Buradaki eğlencelerin içinde aşk da vardır. Senai Beyoğlu'nun meşhur eğlence merkezlerinden biri olan Flamme'de tanıştığı Rizet'le metres hayatı yaşamış burada büyük maddi kayba uğramıştır. Rizet Senai'ye Avrupa da bu kadar toprak sahibi insanların prens olduğunu kendisinin adının Senai de Söğüt olması gerektiğini söyler Senai bu ismi beğenmeyerek ismini Senyör Berrakpınar olarak değiştirir.

3. Bölüm: Şinasi 

"Şinasi" başlıklı üçüncü bölüm önceki bölümdeki olay örgüsünden bağımsız bir yapı göstermektedir.( s.39-59) Olay örgüsünün akışı kesintiye uğramış bu bölümde Şinasi'nin şahsında gelişen yeni olaylar anlatılmıştır. Şinasi yakın arkadaşı Senai'nin babasının Bursa'daki Söğüt kasabasına bağlı köyüne gitmeye karar vermiş ve Senai'den bir tavsiye mektubu almıştır. Şinasi'nin amacı Yamalı Musa'dan köydeki ziraat ve hayvancılıkla ilgili bilgiler almak kendini bu yönde geliştirmektedir. Şinasi köye ulaştığında mektubu Yamalı Musa'ya verir. Yamalı Musa kendisinin köye gezmek için geldiğini düşünür: Evladım buraya gezmeye gelinir ama ilkbaharda gelinir. Kış ortasında buraların letafeti olmaz. der. Şinasi de kendisine: "Hayır, efendim ben buraya gezmeye gelmedim, köylü olmaya geldim." diyerek cevap verir. (s.47) Hikâyenin ana temasını da bu cümle oluşturur.

Bu konuşmalardan rahatsız olan Şinasi Bozok köyüne giderek burada Süleyman Efendi ismindeki bir köylüyle tanışır ve kendisinden köyde yapacağı işler için destek ister. Süleyman Efendi köy ihtiyarını bir yere toplayarak hepsinin onayıyla Pitekas deresi kenarında otuz dönüm kadar tarlayla elli dönüm kadar da mera gibi araziyi kapsayan bir yer bulup üç bin kuruşa satın aldı. Peşin verilecek olan iki binin kalanı için kendisini kefil yaptı. (s.49) Şinasi bu destekten sonra hemen çalışmalarına başlar. Bu devreye Şinasi'nin Robinson Crusoe hayatı gözüyle bakılabilir. Şinasi burada tavuk çiftliği kurar, çeşitli türde sebze ve meyve yetiştirir. Uyguladığı tarım ve hayvancılık teknikleri ile kısa sürede malına mal katan Şinasi'nin nâmı meşhur olur. Köyde İstanbullu akıllı hoca sıfatını alan Şinasi artık köyde işçi çalıştıran bir patron olmuştur. Köylülerden farklı olarak Şinasi Bozok köyünde satın aldığı arazileri o günün şartlarına göre modern imkanlardan yararlanarak eker. Şinasi tarım ve hayvancılıkla ilgili okuduğu kitaplardan edindiği bilgileri kullanarak ektiği bu arazilerden bu şekilde büyük verim alır. Şinasi için en büyük bahtiyarlık arazilerden aldığı bu verim olur.

Hatta kurduğu kümeste tavuklardan elde ettiği yumurtalar bile onu o derece memnun eder ki sevincinden hüngür hüngür ağlar. (s.51) Şinasi okul yıllarında boş durmamış yazarın deyimiyle köylü hanesi ve kümesçilik gibi hep köylülüğe ait kitaplar okumuştur. (s.52) Bu bölümde yazarın Şinasi'nin bakış açısıyla tarım ve hayvancılık alanlarındaki bilgilerini yansıttığı birçok bölüm vardır. Örneğin;
 Arkadaşlar! İstanbul dan babam bir fasulye tohumu gönderdi. Bir kere bu fasulyeler piyade fasulyesi oldukları için sırık ihtiyacı yoktur. İkincisi, verdiği fasulyelerin uzunluğu bir karıştır ve her birinin içinde on beş yirmi tane çıkar. Bu tohum Amerika'dan yeni gelmiş. Tarifnamesinde yazıyor ki yalnız bir taneciğini saksıya ekmişler, on altı fasulye vermiş." (Sayfa 45.)

Bu açıklamaları yapan Şinasi'ye köylülerin yakınlığı ve güveni gün geçtikçe artar.

4. Bölüm: Paris'te Bir Türk

Romandaki olay örgüsünün en ilginç bölümünü "Paris'te Bir Türk" başlıklı dördüncü bölüm oluşturur.(Sayfa 58-72) "Paris'te Bir Türk", Ahmet Mithat Efendi'nin 1876 yılında kaleme aldığı bir eserdir. Yazar öncelikle Paris'te Bir Türk bölüm başlığı ile aynı başlıktaki romanı hakkında okuyucuyu bilgilendirmiş sonrasında olayların anlatımına geçmiştir. 
Kendi roman kahramanları ve eserleri arasında bir akrabalık bağı kurarak bir roman ve öykü ailesi oluşturan Ahmet Mithat Efendi  bu bakımdan modern roman tekniğine katkı yapmıştır. Paris te Bir Türk başlıklı bölümde Senai'nin babasının vefatından sonra kendisine kalan miras malları satarak Paris'e gidişi ve buradaki akla hayale sığmayan maceraları anlatılır. Romanın olay örgüsünün gerçek hayattan koptuğu en açık yer, Senai'nin Paris'ten sonra İtaly'da haydutlar tarafından kaçırılmasının ve elindeki bütün parasının nasıl alındığının anlatıldığı bu bölümdür. Paris'e sözde hukuk tahsili için giden Senai hiç değişmemiştir. Yazarın "Uzun lafın kısası Paris'teki borçlarını ödemeksizin koca Berrak Pınar Senyörü Osman Kâmil Senai Beyefendi hazretleri İtalya'ya firar suçunu işledi" (s.65) şeklinde Paris'teki düştüğü halini anlattığı Senai İtalya'da haydutların elinde bir mağarada parası alınıncaya kadar rehin tutulur. Traji-komik olayların yaşandığı bu maceranın sonunda Senai deniz yoluyla önce İzmir'e sonrası İstanbul'a ulaşmıştır.


5. Bölüm: Kadınlar Terbiyesi

Kadınlar Terbiyesi roman dokusu içerisi en aykırı duran beşinci bölümün üst başlığıdır. Bu bölümde Padişah Abdülhamit'ten, meddah geleneğine bağlı bir sebeple övgüyle söz edilmiş ve kadın eğitimine yönelik yapılan son zamanlardaki düzenlemeler hakkında bilgi verilmiştir. Eserlerinde kız çocuklarının geleneksel eğitimin yanında modern bilim derslerinin de verilmesini savunan Ahmet Mithat Efendi'nin şu tespitleri önemlidir:  
Kadınlar erkeklerin ilk mürebbi ve muallimleridirler. Bu nedenle, nasıl ki Darü'lmuallimin'de yetenekli hocalar yetiştirilmeden mekteplerin ıslahı çaresi bulunamamışsa, terbiyehanelerden yetenekli valideler yetiştirilemeyince de umumi terbiyenin asra uygun bir şekilde ıslahı mümkün olamaz. (Sayfa 74) 
Yazar bu tür açıklamaları yaptıktan sonra konuyu Abdulcabbar Bey'in ailesine getirir. Abdulcabbar Bey, Mansur ve Nusret adındaki iki çocuğunun iyi bir eğitim almalarını arzu etmektedir. Madam Terniye bu sebeple Fransa'dan getirtilmiş ve çocuklarına mürebbiye olarak tutulmuştur. Bir yandan geleneğin eğitim anlayışıyla dinî ilimlerle eğitilen çocuklar bir yandan da Madam Terniye'den modern eğitim almaktadırlar. Çocuklar, dersleri kendileri için eğlenceli hale getirerek anlatan ve bütün sıkıntılarıyla özel olarak ilgilenen Madam Terniye'den oldukça memnunken kendilerine disiplinli ve sert davranan Arapça hocalarından rahatsızdırlar. Yılarca bu aile içerisinde yaşayan Madam Terniye Nusret Hanım üzerinde bazı olumsuz etkiler bırakmıştır. Nusret alafranga hayatı arzulayan bir genç kız haline gelmiştir. Nusret evlilik çağına geldiğinde onca görücü gelmesine rağmen hiç kimseyi beğenmemekte kendisi gibi Avrupa kültürünü taşıyan zengin bir insan aramaktadır. Bu genç de Senai olacaktır. Senai iflas etmiş bir halde İstanbul dönüşü çareyi zengin ve Avrupaî tarzda iyi eğitim almış bir kızla evlilikte arar. Olay örgüsünde nasıl olduğu anlaşılmaz bir şekilde Madam Terniye ye bir mektup göndererek özel görüşmek istediğini söyler. Bu görüşme Kağıthane'de gerçekleşir. Senai, Madam Terniye ye Avrupa'da hukuk tahsili gördüğünü babasından kendisine Bursa'da geniş tarım arazileri kaldığını anlatarak evlilik için aradığı kızın Nusret Hanım olduğunu söyler. Senai'nin verdiği bilgilere basit birkaç araştırmadan sonra inanan Madam Terniye konuyu Nusret Hanım'a açar. Gelişen olaylardan sonra her iki taraf da aradıklarını bulmuştur; bu fırsatı kaçırmamak için hemen anlaşırlar ve evlilik gerçekleşir. Bu evlilikle ilgili anlatıcının ifadeleri şöyledir:

"Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş, Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine."



6. Bölüm: Köy Düğünü

Köy Düğünü adlı altıncı bölümde ise söz konusu düğün zeki, çalışkan ve aynı zamanda uyanık Şinasi ile Yamalı Musa'nın ikinci hanımından olan Zeliha'nın düğünüdür.(Sayfa 95-110) Yüksek tahsil görmüş Şinasi'nin sadece Kuran okumasını bilecek kadar eğitimi olan Zeliha'yı evlilik için seçme sebebini şuna bağlar: "Bazı romanların kahramanları Cabbar Bey'in kızı Nusret Hanım gibidir ve bazılarının kahramanları da Şah İsmail'in bir ararken bulduğu Gülizar'ı, Arap Üzengi'si vesaire gibidir." (Sayfa.104) Yazar bu ifadelerle de okuyucuya anlattığı olayın bir kurmaca olduğunu açıkça söylemektedir. Romanın kimi yerlerinde gördüğümüz bu tür uygulamanın meddah geleneğinden kaynaklanmaktadır. Köy Düğünü başlıklı bu bölümde tekrar karşılaştığımız Şinasi Pitekas Nehri sahilindeki arazileri üzerinde yaptığı başarılı çalışmalardan sonra çok zengin olmuştur. Bu arada İstanbul'a babası Semih Efendi'yi görmeye giderken Senai'nin babası Yamalı Musa'ya uğramış ona misafir olmuştur. Şinasi'nin Zeliha'yı görüp de aşık olduğu yer ve zaman burada olmuştur. Başarısı Yamalı Musa'yı da kendisine hayran bırakan Şinasi kısa sürede onu ikna ederek kızı Zeliha ile evlenir. Yamalı Musa'nın ölümünden sonra Şinasi'nin mal varlığı büyük ölçüde artar. Senai'ye ait olan toprakları da satın almasını beceren Şinasi için hayatından oldukça memnundur. Mutlu bir evlilik yapmış; köy hayatında çalışkanlığı ve hesap bilirliğiyle muradına ermiştir.


7. Bölüm: Medeniyet ve Bedeviyet

Romanın en traji-komik bölümü Medeniyet ve Bedeviyet başlığı altındaki son bölümüdür. Beşinci bölümde aradığı zengin, tahsilli ve tam bir Avrupalı gençle evlenen Nusret Hanım ailesiyle kocasının Bursa'daki çiftliğine gidip burada köy hayatının güzelliklerini birlikte yaşamak ister. Senai'nin annesi bütün olanlardan haberdardır. Oğlunun aslında böyle bir çiftliğinin olmadığını Abdülcabbar Bey'in ailesine açıklamak ister fakat Senai'nin tehditlerinden korkarak bunları anlatmaktan vazgeçer. Yolculuk planları yapılır fakat son anda Senai ortalıktan kaybolur. Senai daha önce üvey kız kardeşi ile evli olan Şinasi'ye bir mektup yazmış kendilerini karşılamalarını istemiştir. Abdülcabbar Bey ve ailesi Mudanya'da kendilerini karşılamaya gelen Şinasi'yi Senai'nin görevlendirdiği bir hizmetçi sanır ve onu küçümserler. Bütün bu olanlara dayanamayan Köse Muhtar durumu tüm gerçekliliği ile Abdülcabbar Bey ve ailesine açıklar. Bütün bu malların sahibinin aslında Senayi'nin bir hizmetçisi olarak sandıkları Şinasi'nin olduğunu öğrenen Nusret'in annesi, babası ve Madam Terniye duydukları karşısında hayal kırıklığı yaşarlar. Senai'nin yaptığı bununla kalmaz. Senai ailesini hayali çiftliğine gönderdikten sonra sahte belgeler düzenleyip kayın pederinin bütün mallarını satarak kayıplara karışmıştır. 

Roman şu cümlelerle son bulur: 
 Öyle ki haksız bir biçimde ele geçmiş bir zenginliğin, bir mutluluk süreceğine Şinasi asla ihtimal vermiyordu. Bu düşüncenin ne kadar doğru olduğu kendiliğinden meydana çıktı. Çünkü Senai'den bir daha haber çıkmadı. Berrak Pınar Senyörü'nün adı battı gitti." (Sayfa 125)  Vak'a örgüsü bütünüyle değerlendirildiğinde anlatım planının bu ana mesajı vermek üzere tasarlandığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu yönüyle eser tezli roman türüne dahil edilebilir.



Tezli roman özelliğine sahip olan Bahtiyarlık'ta çalışma, azim ve kararlılık Şinasi'nin; taklitçilik, mirasyedilik ve hilekârlık ise Senai'nin şahsında somutlaşarak tüm sonuçlarıyla birlikte romanın ana konusu haline getirilmiştir.
    Kaynak: TurkishStudies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, p. 1219-1234, ANKARA-TURKEY TARTIŞMALI BİR ESER: AHMET MİTHAT EFENDİ NİN BAHTİYARLIK ROMANI ÜZERİNE BİR TAHLİL ÇALIŞMASI * M. Halil SAĞLAM *

    Ahmet Mithat Efendi - Teehhül Özet