12 Ekim 2019 Cumartesi

Ahmet Mithat Efendi - Bahtiyarlık Roman Özeti


  • Bahtiyarlık modern Türk edebiyatında ilk köy konulu eser olarak anılır. Bazı kaynaklarda roman bazılarında ise hikaye olarak nitelenir.
  • Köy hayatına özenerek ondaki zenginlikleri ön plana çıkarma amacı güden, köy hayatına olumlu bir bakış açısıyla yaklaşan bir aydın tipini ve maceralarını ilk kez Bahtiyarlık'ta görmekteyiz. Romanı verdiği mesajlar bakımından yazarın diğer eserlerinden ayıran en önemli özelliği budur.
  • Eserde köylülük itibarın ve mutluluğun kaynağı olarak gösterilmektedir.
  • Eser sırasıyla;  
    1. Mektep,
    2. Senai,
    3. Şinasi,
    4. Paris'te Bir Türk,
    5. Kadınlar Kadınların Terbiyesi,
    6. Köy Düğünü,
    7. Medeniyet ve Bedeviyet
    üst başlıklarına ayrılmış yedi bölümden oluşmaktadır.
  • Eserde anlatıcı genel olarak yazarın kendisidir.
  • Yazar anlatıcının hâkim bakış açısıyla anlatılan bölümlerde 3. tekil şahıs bakış açısı kullanılmıştır.
  • Eserin her bölümünde kahramanlarının doğrudan ve dolaylı anlatım teknikleri kullanılarak yapılan anlatımlar bulunmaktadır. Kahraman anlatıcı bakış açısına örnek;
"Köse Muhtar bunlara doğru yolu göstermek için dedi ki: 
-Nankör herifler! İstanbullu size güzel güzel akıllar öğrettiği için fena mı oldu?"(Sayfa 40)

"Senai'nin mektubunu Musa Ağa'ya verdiğinde, 'Ağa okuma bilmediği için 'sen oku oğlum!diyerek mektubu Şinasi'ye geri verdi. Kendisinin bayağı bir zengin adammış da seyahate çıkmış gibi tasvir edildiğini görünce Şinasi'nin canı sıkıldı. Hele Musa Ağa'yla konuşmaya başlayınca bu can sıkıntısı bir kat daha arttı. Yamalı Musa dedi ki: -Evladım! Buraya gezmeye gelinir,ama ilk baharda gelinir. Kış ortasında buraların ne güzelliği olur?
-Hayır, efendim! Ben buraya gezmeye değil köylü olmaya geldim. Bunun için de himayenizi yardımınızı rica ediyorum." (Sayfa 46)

"Madam Termiye yerinden kalkarak Senai'ye dedi ki: 
-Mösyö! Gerek fiziksel gerekse ruhsal özelliklerinizin bu ilk görüşmemizde sizden yana olmama neden olduğunu sizi açık yüreklilikle temin eylerim." (Sayfa 88)

  • Yazar anlatıcı, romanın akışı içerisinde okuyucusuna aralıklarla seslenerek anlatılan olayların bir kurmaca olduğunu hissettirir. Okuyucuyu çözümlemekte güçlük çekeceği olaylar karşısında bilgilendirme eğilimindedir. Örneğin;

"Birinci bölümümüzün başlığına Mektepte dedik. Şimdi haber verelim ki mektebe dayanarak anlatacağımız durum da Mekteb-i Sultani'nin üçüncü senesinde geçiyor." (Sayfa 13)

"Hikâyemizin birinci derecede kahramanı olan delikanlıların ikisini de evlendirdik, barklandırdık. Mevla dirlik versin diye burada sonlandırmak mümkün olur mu? Gerçi roman ve masalların çoğunda onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine. sözü hikâyenin sonu kabul edilirse birçok olayda asıl hikâyenin başlangıcıdır."(Sayfa 111)

"Şimdi bu satırları okuyan okurlarımız, mektepten yeni çıkmış ve on sekiz yaşında olduğu halde böyle başını alarak kırlara çıkıp kendi kendine emeğimle idare edeceğim iddiasına düşen bir çocuğun başarısını inandırıcı bulmayabilirler."
(Sayfa 52)

  • Ahmet Mithat Efendi'nin Bahtiyarlık'ta yanlı ve ironik bir anlatım kullanması dönemin halen etkisinde olduğu meddahlık geleneğinden gelir. Meddah hikâyelerinin anlatım tarzında dokundurmalar, alaylı konuşmalar çok sık kullanılır.
  • Bahtiyarlık klasik anlatım tarzıyla kaleme alınmış olmasına rağmen eserin bazı bölümlerinde modern anlatım tekniklerinden iç monologdan izler taşır. Eserin bazı bölümlerinde "kendi kendine düşündü", "kendi kendine dedi ki" ifadelerinden sonra iç monolog tekniğiyle doğrudan anlatımların yapıldığı bölümler bulunmaktadır. Örneğin;
 "Kendi kendisine demişti ki. Ciroyu ederim,ama arabacı başı parayı almazdan evvel ben Roma'ya varamaya gayret ederek paramı ona teslim ettirmediğim gibi arabacı başını da polise yakalatırım." (Sayfa 66)
  • Yazar anlatımlarında özetleme ve sahneleme anlatım tekniklerinden sıklıkla hâkim bakış açısıyla yararlanmıştır.
  • Sahneleme tekniğine örnek;
"Saat dokuza gelmiş olduğu için ameleler ikindi yemeğine oturduklarında Şinasi de yarım somun yakalayarak, bir baş soğanı da bir yumrukla ezerek onlarla beraber hem yemek yiyip hem de kendilerine yeni birşeyler söylemeye başladı." (Sayfa 43) 
  • Özetleme tekniğine örnek;
"Senai İzmir'de çok durmayıp ilk vapurla İstanbul'a geldi. Doğruca validesinin hanesine gitti. Aslında Avrupa'dan hukuk okumadan ve birinci sınıf avukat olmadan dönmüştüyse de İtalya'da, yelkenli gemide ve sonrasında İzmir'e giderken çektiği sefalet ve zorluk bu hoppa çocuk için epeyce bir ders yerine geçmişti."( Sayfa 71)

Vak'a Örgüsü-Olay Örgüsü:

İdealist, azimli ve yüzü hayatın gerçeklerine dönük Şinasi'nin yerli imkanları kullanarak sağladığı başarı ile alafranga düşkünlüğünün ve hilekâr yapısının cezası olarak İsviçre'ye gidip kayıplara karışan Senai'nin trajikomik dramı anlatılır.

Romandaki yedi bölüm(Mektep, Senai, Şinasi, Paris'te Bir Türk, Kadınların Terbiyesi, Köy Düğünü, Medeniyet ve Bedeviyet) vak'a zincirinin birer halkası konumundadır.

1. Bölüm: Mektep

Bu bölümde anlatımı planlanan olayların baş kahramanlarının yetiştikleri aile çevresine vurgu yapılarak geleceğe yönelik idealleri hakkında doğrudan ve dolaylı anlatımla bilgiler verilir. Senai köydeki arazileriyle Karun kadar zengin yamalı Musa nın (s.18) babasından aldığı telkinlerle şehir hayatının özentisi içerinde Mekteb-i Sultan iyi bitirdikten sonra avukat olup Avrupa ya gitme hayalindedir. Köken itibariyle ilmiye sınıfından yetişmiş ve mülkiyede görev yaparak kazanımlar sağlamış Semih Efendi'nin oğlu Şinasi ise hedefinde okulu bitirdikten sonra köye gidip tarım ve ticaret alanında kendini geliştirmektedir. Şinasi'nin bu hedefinde de babasının telkinleri etkili olmuştur.

Bu bölümden sonra iki zıt görüşlü Şinas' nin hayatla olan mücadelesini Senai'nin ise hedeflerine ulaşmak için çevirdiği entrikalar vardır.

2. Bölüm: Senai

Herhangi bir işte çalışmadan baba parasıyla Beyoğlu'nda bulunan Flamme, Elhamra, Kafe Kristal, Alkazar ve Konkordya gibi eğlence mekânlarında gün geçiren Senai'nin içine düştüğü perişan hâl anlatılır. Buradaki eğlencelerin içinde aşk da vardır. Senai Beyoğlu'nun meşhur eğlence merkezlerinden biri olan Flamme'de tanıştığı Rizet'le metres hayatı yaşamış burada büyük maddi kayba uğramıştır. Rizet Senai'ye Avrupa da bu kadar toprak sahibi insanların prens olduğunu kendisinin adının Senai de Söğüt olması gerektiğini söyler Senai bu ismi beğenmeyerek ismini Senyör Berrakpınar olarak değiştirir.

3. Bölüm: Şinasi 

"Şinasi" başlıklı üçüncü bölüm önceki bölümdeki olay örgüsünden bağımsız bir yapı göstermektedir.( s.39-59) Olay örgüsünün akışı kesintiye uğramış bu bölümde Şinasi'nin şahsında gelişen yeni olaylar anlatılmıştır. Şinasi yakın arkadaşı Senai'nin babasının Bursa'daki Söğüt kasabasına bağlı köyüne gitmeye karar vermiş ve Senai'den bir tavsiye mektubu almıştır. Şinasi'nin amacı Yamalı Musa'dan köydeki ziraat ve hayvancılıkla ilgili bilgiler almak kendini bu yönde geliştirmektedir. Şinasi köye ulaştığında mektubu Yamalı Musa'ya verir. Yamalı Musa kendisinin köye gezmek için geldiğini düşünür: Evladım buraya gezmeye gelinir ama ilkbaharda gelinir. Kış ortasında buraların letafeti olmaz. der. Şinasi de kendisine: "Hayır, efendim ben buraya gezmeye gelmedim, köylü olmaya geldim." diyerek cevap verir. (s.47) Hikâyenin ana temasını da bu cümle oluşturur.

Bu konuşmalardan rahatsız olan Şinasi Bozok köyüne giderek burada Süleyman Efendi ismindeki bir köylüyle tanışır ve kendisinden köyde yapacağı işler için destek ister. Süleyman Efendi köy ihtiyarını bir yere toplayarak hepsinin onayıyla Pitekas deresi kenarında otuz dönüm kadar tarlayla elli dönüm kadar da mera gibi araziyi kapsayan bir yer bulup üç bin kuruşa satın aldı. Peşin verilecek olan iki binin kalanı için kendisini kefil yaptı. (s.49) Şinasi bu destekten sonra hemen çalışmalarına başlar. Bu devreye Şinasi'nin Robinson Crusoe hayatı gözüyle bakılabilir. Şinasi burada tavuk çiftliği kurar, çeşitli türde sebze ve meyve yetiştirir. Uyguladığı tarım ve hayvancılık teknikleri ile kısa sürede malına mal katan Şinasi'nin nâmı meşhur olur. Köyde İstanbullu akıllı hoca sıfatını alan Şinasi artık köyde işçi çalıştıran bir patron olmuştur. Köylülerden farklı olarak Şinasi Bozok köyünde satın aldığı arazileri o günün şartlarına göre modern imkanlardan yararlanarak eker. Şinasi tarım ve hayvancılıkla ilgili okuduğu kitaplardan edindiği bilgileri kullanarak ektiği bu arazilerden bu şekilde büyük verim alır. Şinasi için en büyük bahtiyarlık arazilerden aldığı bu verim olur.

Hatta kurduğu kümeste tavuklardan elde ettiği yumurtalar bile onu o derece memnun eder ki sevincinden hüngür hüngür ağlar. (s.51) Şinasi okul yıllarında boş durmamış yazarın deyimiyle köylü hanesi ve kümesçilik gibi hep köylülüğe ait kitaplar okumuştur. (s.52) Bu bölümde yazarın Şinasi'nin bakış açısıyla tarım ve hayvancılık alanlarındaki bilgilerini yansıttığı birçok bölüm vardır. Örneğin;
 Arkadaşlar! İstanbul dan babam bir fasulye tohumu gönderdi. Bir kere bu fasulyeler piyade fasulyesi oldukları için sırık ihtiyacı yoktur. İkincisi, verdiği fasulyelerin uzunluğu bir karıştır ve her birinin içinde on beş yirmi tane çıkar. Bu tohum Amerika'dan yeni gelmiş. Tarifnamesinde yazıyor ki yalnız bir taneciğini saksıya ekmişler, on altı fasulye vermiş." (Sayfa 45.)

Bu açıklamaları yapan Şinasi'ye köylülerin yakınlığı ve güveni gün geçtikçe artar.

4. Bölüm: Paris'te Bir Türk

Romandaki olay örgüsünün en ilginç bölümünü "Paris'te Bir Türk" başlıklı dördüncü bölüm oluşturur.(Sayfa 58-72) "Paris'te Bir Türk", Ahmet Mithat Efendi'nin 1876 yılında kaleme aldığı bir eserdir. Yazar öncelikle Paris'te Bir Türk bölüm başlığı ile aynı başlıktaki romanı hakkında okuyucuyu bilgilendirmiş sonrasında olayların anlatımına geçmiştir. 
Kendi roman kahramanları ve eserleri arasında bir akrabalık bağı kurarak bir roman ve öykü ailesi oluşturan Ahmet Mithat Efendi  bu bakımdan modern roman tekniğine katkı yapmıştır. Paris te Bir Türk başlıklı bölümde Senai'nin babasının vefatından sonra kendisine kalan miras malları satarak Paris'e gidişi ve buradaki akla hayale sığmayan maceraları anlatılır. Romanın olay örgüsünün gerçek hayattan koptuğu en açık yer, Senai'nin Paris'ten sonra İtaly'da haydutlar tarafından kaçırılmasının ve elindeki bütün parasının nasıl alındığının anlatıldığı bu bölümdür. Paris'e sözde hukuk tahsili için giden Senai hiç değişmemiştir. Yazarın "Uzun lafın kısası Paris'teki borçlarını ödemeksizin koca Berrak Pınar Senyörü Osman Kâmil Senai Beyefendi hazretleri İtalya'ya firar suçunu işledi" (s.65) şeklinde Paris'teki düştüğü halini anlattığı Senai İtalya'da haydutların elinde bir mağarada parası alınıncaya kadar rehin tutulur. Traji-komik olayların yaşandığı bu maceranın sonunda Senai deniz yoluyla önce İzmir'e sonrası İstanbul'a ulaşmıştır.


5. Bölüm: Kadınlar Terbiyesi

Kadınlar Terbiyesi roman dokusu içerisi en aykırı duran beşinci bölümün üst başlığıdır. Bu bölümde Padişah Abdülhamit'ten, meddah geleneğine bağlı bir sebeple övgüyle söz edilmiş ve kadın eğitimine yönelik yapılan son zamanlardaki düzenlemeler hakkında bilgi verilmiştir. Eserlerinde kız çocuklarının geleneksel eğitimin yanında modern bilim derslerinin de verilmesini savunan Ahmet Mithat Efendi'nin şu tespitleri önemlidir:  
Kadınlar erkeklerin ilk mürebbi ve muallimleridirler. Bu nedenle, nasıl ki Darü'lmuallimin'de yetenekli hocalar yetiştirilmeden mekteplerin ıslahı çaresi bulunamamışsa, terbiyehanelerden yetenekli valideler yetiştirilemeyince de umumi terbiyenin asra uygun bir şekilde ıslahı mümkün olamaz. (Sayfa 74) 
Yazar bu tür açıklamaları yaptıktan sonra konuyu Abdulcabbar Bey'in ailesine getirir. Abdulcabbar Bey, Mansur ve Nusret adındaki iki çocuğunun iyi bir eğitim almalarını arzu etmektedir. Madam Terniye bu sebeple Fransa'dan getirtilmiş ve çocuklarına mürebbiye olarak tutulmuştur. Bir yandan geleneğin eğitim anlayışıyla dinî ilimlerle eğitilen çocuklar bir yandan da Madam Terniye'den modern eğitim almaktadırlar. Çocuklar, dersleri kendileri için eğlenceli hale getirerek anlatan ve bütün sıkıntılarıyla özel olarak ilgilenen Madam Terniye'den oldukça memnunken kendilerine disiplinli ve sert davranan Arapça hocalarından rahatsızdırlar. Yılarca bu aile içerisinde yaşayan Madam Terniye Nusret Hanım üzerinde bazı olumsuz etkiler bırakmıştır. Nusret alafranga hayatı arzulayan bir genç kız haline gelmiştir. Nusret evlilik çağına geldiğinde onca görücü gelmesine rağmen hiç kimseyi beğenmemekte kendisi gibi Avrupa kültürünü taşıyan zengin bir insan aramaktadır. Bu genç de Senai olacaktır. Senai iflas etmiş bir halde İstanbul dönüşü çareyi zengin ve Avrupaî tarzda iyi eğitim almış bir kızla evlilikte arar. Olay örgüsünde nasıl olduğu anlaşılmaz bir şekilde Madam Terniye ye bir mektup göndererek özel görüşmek istediğini söyler. Bu görüşme Kağıthane'de gerçekleşir. Senai, Madam Terniye ye Avrupa'da hukuk tahsili gördüğünü babasından kendisine Bursa'da geniş tarım arazileri kaldığını anlatarak evlilik için aradığı kızın Nusret Hanım olduğunu söyler. Senai'nin verdiği bilgilere basit birkaç araştırmadan sonra inanan Madam Terniye konuyu Nusret Hanım'a açar. Gelişen olaylardan sonra her iki taraf da aradıklarını bulmuştur; bu fırsatı kaçırmamak için hemen anlaşırlar ve evlilik gerçekleşir. Bu evlilikle ilgili anlatıcının ifadeleri şöyledir:

"Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş, Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine."



6. Bölüm: Köy Düğünü

Köy Düğünü adlı altıncı bölümde ise söz konusu düğün zeki, çalışkan ve aynı zamanda uyanık Şinasi ile Yamalı Musa'nın ikinci hanımından olan Zeliha'nın düğünüdür.(Sayfa 95-110) Yüksek tahsil görmüş Şinasi'nin sadece Kuran okumasını bilecek kadar eğitimi olan Zeliha'yı evlilik için seçme sebebini şuna bağlar: "Bazı romanların kahramanları Cabbar Bey'in kızı Nusret Hanım gibidir ve bazılarının kahramanları da Şah İsmail'in bir ararken bulduğu Gülizar'ı, Arap Üzengi'si vesaire gibidir." (Sayfa.104) Yazar bu ifadelerle de okuyucuya anlattığı olayın bir kurmaca olduğunu açıkça söylemektedir. Romanın kimi yerlerinde gördüğümüz bu tür uygulamanın meddah geleneğinden kaynaklanmaktadır. Köy Düğünü başlıklı bu bölümde tekrar karşılaştığımız Şinasi Pitekas Nehri sahilindeki arazileri üzerinde yaptığı başarılı çalışmalardan sonra çok zengin olmuştur. Bu arada İstanbul'a babası Semih Efendi'yi görmeye giderken Senai'nin babası Yamalı Musa'ya uğramış ona misafir olmuştur. Şinasi'nin Zeliha'yı görüp de aşık olduğu yer ve zaman burada olmuştur. Başarısı Yamalı Musa'yı da kendisine hayran bırakan Şinasi kısa sürede onu ikna ederek kızı Zeliha ile evlenir. Yamalı Musa'nın ölümünden sonra Şinasi'nin mal varlığı büyük ölçüde artar. Senai'ye ait olan toprakları da satın almasını beceren Şinasi için hayatından oldukça memnundur. Mutlu bir evlilik yapmış; köy hayatında çalışkanlığı ve hesap bilirliğiyle muradına ermiştir.


7. Bölüm: Medeniyet ve Bedeviyet

Romanın en traji-komik bölümü Medeniyet ve Bedeviyet başlığı altındaki son bölümüdür. Beşinci bölümde aradığı zengin, tahsilli ve tam bir Avrupalı gençle evlenen Nusret Hanım ailesiyle kocasının Bursa'daki çiftliğine gidip burada köy hayatının güzelliklerini birlikte yaşamak ister. Senai'nin annesi bütün olanlardan haberdardır. Oğlunun aslında böyle bir çiftliğinin olmadığını Abdülcabbar Bey'in ailesine açıklamak ister fakat Senai'nin tehditlerinden korkarak bunları anlatmaktan vazgeçer. Yolculuk planları yapılır fakat son anda Senai ortalıktan kaybolur. Senai daha önce üvey kız kardeşi ile evli olan Şinasi'ye bir mektup yazmış kendilerini karşılamalarını istemiştir. Abdülcabbar Bey ve ailesi Mudanya'da kendilerini karşılamaya gelen Şinasi'yi Senai'nin görevlendirdiği bir hizmetçi sanır ve onu küçümserler. Bütün bu olanlara dayanamayan Köse Muhtar durumu tüm gerçekliliği ile Abdülcabbar Bey ve ailesine açıklar. Bütün bu malların sahibinin aslında Senayi'nin bir hizmetçisi olarak sandıkları Şinasi'nin olduğunu öğrenen Nusret'in annesi, babası ve Madam Terniye duydukları karşısında hayal kırıklığı yaşarlar. Senai'nin yaptığı bununla kalmaz. Senai ailesini hayali çiftliğine gönderdikten sonra sahte belgeler düzenleyip kayın pederinin bütün mallarını satarak kayıplara karışmıştır. 

Roman şu cümlelerle son bulur: 
 Öyle ki haksız bir biçimde ele geçmiş bir zenginliğin, bir mutluluk süreceğine Şinasi asla ihtimal vermiyordu. Bu düşüncenin ne kadar doğru olduğu kendiliğinden meydana çıktı. Çünkü Senai'den bir daha haber çıkmadı. Berrak Pınar Senyörü'nün adı battı gitti." (Sayfa 125)  Vak'a örgüsü bütünüyle değerlendirildiğinde anlatım planının bu ana mesajı vermek üzere tasarlandığı sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu yönüyle eser tezli roman türüne dahil edilebilir.



Tezli roman özelliğine sahip olan Bahtiyarlık'ta çalışma, azim ve kararlılık Şinasi'nin; taklitçilik, mirasyedilik ve hilekârlık ise Senai'nin şahsında somutlaşarak tüm sonuçlarıyla birlikte romanın ana konusu haline getirilmiştir.
    Kaynak: TurkishStudies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, p. 1219-1234, ANKARA-TURKEY TARTIŞMALI BİR ESER: AHMET MİTHAT EFENDİ NİN BAHTİYARLIK ROMANI ÜZERİNE BİR TAHLİL ÇALIŞMASI * M. Halil SAĞLAM *

    Hiç yorum yok:

    Yorum Gönder

    Ahmet Mithat Efendi - Teehhül Özet